YÜKLENİYOR...
II. Selim (Osmanlı Türkçesi: سليم ثانى Selīm-i sānī), Sarı Selim olarak anılır (28 Mayıs 1524, İstanbul – 15 Aralık 1574, İstanbul), 11. Osmanlı padişahı ve 90. İslam halifesidir. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın oğludur. (1566-1574) yılları arasında Osmanlı Devleti’ni idare etti. Babasının ölümü üzerine, onun tek oğlu olarak 1566 tarihinde on birinci padişah olarak tahta geçti. Dedesi I. Selim, gibi 8 yıl tahtta kalarak kısa bir iktidar dönemi yaşadı. Padişah olur olmaz ilk seferini Batı’ya yaptı. Ülke sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Ülkesinin Doğu bölümünde gelişen olaylar sebebi ile Tatarlarla, Özbeklerle, Çerkezlerle ve Gürcülerle savaştı. Basra, Bağdat, Kıbrıs, Tunus kayıtsız şartsız teslim olanlar arasındaydı. Babası gibi ülkesinin denizlerde de egemenliğini genişleterek, deniz egemenliğine önem verdi.
Akdeniz, Kanuni Sultan Süleyman'ın fetihleriyle artık iyice Osmanlı gölü haline gelmiştir. Ancak Venedikli korsanların son bir sığınma yeri kalmıştı.
Kıbrıs'ın fethinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II. Selim'e "Kıbrıs'ı fethetmek bize nasip olmazsa sen fethet" şeklinde vasiyet etmesi, bunun üzerine II. Selim'in "Eğer padişah olursam Kıbrıs'ı korsanların başına yıkacağım!" şeklinde babasına söz vermesi. Akdeniz üzerinden gelen Mısır tarafından II. Selim'e yollanmış hediye gemisinin korsanlar tarafından kaçırılması, tüm hediyelere el konulması ve mürettebatın zindana atılması ve bunun gibi onlarca neden sebebiyle Sokullu Mehmet Paşa'nın itirazlarına rağmen 15 Mayıs 1570'te Osmanlı Donanması sefere çıktı. 18 Mayıs 1570'te Kevkeban kalesi fethedildi. 2 Temmuz 1570'te Leftari Kalesi, 9 Temmuz 1570'te Girne Kalesi alındı. 9 Eylül 1570'te Lefkoşa fethedildi ve nihayetinde 1 Ağustos 1571'de Mağusa Kalesi'nin teslimiyle Kıbrıs'ın fethi tamamlandı.
Kıbrısın fethi ile beraber Sultan Selim Han 1571 yılında vakıf kurmuştur.
Hayırseverlik ve dayanışma anlayışıyla kurulan ve 453 yıldır ayakta kalan Kıbrıs Vakıflar İdaresi, en eski vakıf kurumlarından biridir. Adanın Osmanlı idaresi altına girdiği günden başlayarak, özellikle devlet büyükleri (Sultan, vezir ve diğer yüksek rütbeli devlet memurları) ile kudreti olan herkesin vakıf kurma konusunda ortaya koyduğu girişimler ve çalışmalar, o dönemden günümüze dek kurulan vakıf sayısını iki binlere ulaştırmıştır. 1571 yılındaki fetihten hemen sonra Sultan II. Selim’in teşvikiyle kurulan ve geliştirilen çok sayıdaki vakıfla, bu kurumun Ada çapında kökleştirilmesi sağlanmıştır.
Kıbrıs’ta kurulan ilk vakıflar şunlardır:
Osmanlı İmparatorluğu döneminde kökleşen ve gelenekselleşen vakıf anlayışı, Adanın 1878 yılında İngiliz yönetimine geçmesinden sonra da devam etmiş ve birçok yeni vakıf kurulmuştur.
Bunlar kronolojik sırasıyla şunlardır:
Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulan vakıflar, daha çok taşınmaz malların (ev, değirmen, tarla, çiftlik, su kemeri, vb.) vakfedilmesi şeklinde olurken, İngiliz Yönetimi süresi içinde vakfedilenler genellikle menkul mallar (taşınır mallar, eşyalar) olmuştur.
Adanın Osmanlılar tarafından fethinden hemen sonra oluşturulan ve Ada üzerindeki en önemli kurum kimliğini kazanan Vakıflar, Osmanlı’nın Adadaki yönetim anlayışına paralel bir seyir içinde farklı dönemlerde farklı biçimde idare edilmiş ve 1878 yılında Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanmasının ardından yapılan düzenlemelerle kendine özgü idari yapısını büyük ölçüde yitirmiştir. İngilizler, 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasında Kıbrıs’ın yeni durumunu düzenleyen anlaşmaya ek protokol sayesinde, Vakıfların yönetim biçimini değiştirdiler ve bu soylu kurumu kendi denetimleri altına aldılar. Birinci Dünya Savaşı’nın taraflarının belirlenmesiyle 1914 yılında Adayı ilhak eden İngiltere, bu geçiş döneminde hazırlattığı Seager Raporu’na dayanarak Vakıflara ait arazilere el koydu ve bunları dilediği şekilde değerlendirdi.
Vakıfların gerçek sahipleri olan Kıbrıslı Türklere devredilmesini sağlamak amacıyla büyük mücadeleler verildi. Bu dönemde Vakıflar, Kıbrıslı Türklerin temel ve toplumsal ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için yoğun çalışmalar gerçekleştirdi. Türk okullarının inşaatları ve mevcutların iyileştirilmesi, öğretmen ve imam maaşlarının temini, yani camiler yaptırılması ve mevcutların tamiri ile geçmiş nesillerin yadigârı olan han, hamam, değirmen, su kemeri, çeşme, türbe ve benzeri yapıların onarımı, öğrencilere burs ve köylüye kredi sağlayarak eğitime ve tarıma destek olmak, Türk toplumunun haklarını korumak amacıyla Şer’i Mahkemelerin örgütlenmesini denetlemek konularında yoğun ve gönüllü çaba harcandı.
Kıbrıs Milli Türk Birliği tarafından 6 Şubat 1955’te Lefkoşa’da düzenlenen Evkaf Mitingi ve 19 Mart 1955 tarihinde Türk Evkaf Murahhası Fuat Sami Bey tarafından düzenlenen basın toplantısı ile tüm ilçe ve köylerde yapılan toplantılar sonucunda hazırlanan yasa tasarısı, 22 Temmuz 1955 tarihli Resmi Gazete’de “Vakıflara Dair İslam Mukaddes Kanunu ile Müslümanların Dini Emvalinin İdaresiyle İlgili Kanunu Değiştiren ve Birleştiren Kanun” adıyla kamuoyuna duyuruldu.
15 Nisan 1956’da Vakıfların Türk Toplumu’na iade edilmesinin gerçekleşmesinde, Evkaf Yüksek Meclisi Başkanlığı görevini de sürdüren Doktor Fazıl Küçük ve çalışma arkadaşlarının büyük emeği geçmiştir. Bu tarihten başlayarak düzenlenen mevzuatla Vakıflar İdaresi’ne dini ve toplumsal görevlerinin yanında mali, ticari, endüstriyel, tarımsal ve turistik girişimlerde bulunmak, işletmeler kurmak, mevcut işletme ve şirketlere ortak olmak gibi hakları kapsayan ekonomik görevler verildi.
Evkaf (Vakıflar) Sözcüğünün Anlamı
“Vakf” ya da “Vakıf” sözcüğünün çoğulu olan Evkaf, Vakıflar anlamını taşır. Kaynağı İslam Hukuku’na dayanan özel bir terim olan Vakıf, günlük kullanımdaki ya da sözlükteki anlamından çok, hukuksal değeri bakımından önemlidir. Vakıfların Anayasası olarak kabul edilen Ahkâmü’l Evkaf (Vakıflar Hükümleri), vakıf sözcüğünü şöyle tanımlar: “Vakıf, belirli eşya veya taşınmazı, yararları ve kazancı Allah’ın kullarına ait olmak üzere, o eşya ya da taşınmazın var olduğu süre sonuna kadar, koruma altına alıp muhafaza etmektir.” Diğer bir tanımlamaya göre Vakıf, “Yararları ve kazancı Allah’ın kullarına ait hale gelmiş, yani vakfedilmiş bir eşya ya da taşınmaz, o andan itibaren Yüce Allah’ın malı haline gelir ve sahiplenilmesi, mülk edinilmesi ve mülk edindirilmesi kesinlikle yasaktır.”
Ahkâmü’l Evkaf’ta yer alan tanımlamalara göre Vakıf, belirli eşya veya taşınmazın Allah rızası için, insanlığın yararına bırakılmasıdır. Böylece Vakıf, Allah’ın malı olarak kabul edilmiş olur, Allah’ın kullarının yararına sunulur, özel mülkiyet kavramı ve kapsamı dışına çıkarılır, sonsuza dek insanlığın hizmetinde, bakımı ve geliştirilmesine çalışılarak korunur ve devam ettirilir. Özetle, vakfolunan eşya veya taşınmaz, kesinlikle satılamaz, satın alınamaz, miras bırakılamaz, bağışlanamaz, rehin olarak kullanılamaz. Vakfolunan eşya veya taşınmaz, artık özel mal veya mülk olmaktan çıkmıştır; Allah rızası için, hayırseverlik gereği, insanlığın yararına ve hizmetine sunulduğundan, Allah’ın malı olmuştur. Vakfolunan eşya veya taşınmazlar, dünya durdukça vakıf olma özelliklerini korurlar ve yararları ve kazançları hangi amaca adanmışsa, ancak o amaç için kullanılırlar.